- Makaleyi Paylaş
- Facebook'ta Paylaş
- Twitter'da Paylaş
- 12 Mart 2025, Çarşamba 0:33
- 115 kez okundu
Adil ŞEN
Ramazan ayına bu yıl da erişmiş bulunuyoruz. Ramazan ayı, inanç ve kültür dünyamızda birçok tabirle anılır. Bunların hepsi bir yanı ve yönüyle doğrudur. Mesela en başta, Ramazan oruç ayıdır. Oruçsuz bir Ramazan düşünemeyiz. Gücü yeten, sıhhati elverişli her Müslüman orucunu tutar, tutamayacak olanlar ise oruçsuz geçirdikleri her gün için fidye verirler. Hasta, lohusa veya emzikli kadınlar ileri tarihlerde bu ibadeti kaza ederek, ifâ ederler.
Oruç sadece aç-susuz kalma eylemi değildir. Eğer böyle olsaydı, bugünkü derinlikli muhtevasına kavuşamazdı. Şüphesiz gün boyu yeme-içmeden kesilen müminler, orucu zedeleyecek tüm hoyratlıklardan da uzak dururlar, durmalıdır da…
Ramazan aynı zamanda Kur’an ayıdır. Kur’an’ın inzal olmağa başladığı, Kur’an ayetlerinin dünyamızı aydınlattığı, Hak’la Bâtıl’ın birbirinden ayrıldığı aydır. (Bakara 2/185).
Müslümanlar on bir ay boyunca okudukları Kur’an’ı bu ayda daha bir dikkatle okurlar. Bu okuma faaliyetini ferdi olarak herkesin kendi başına yaptığı gibi, camiler, evler ve birçok sosyal mekânda toplu olarak da mukabele şeklinde icra edilir. Keşke okuduğumuz bu hayat iksiri ilkeleri, davranışa çevirip bil-mukabele yaşanır kılabilsek…
Ramazan ve oruç sanırım, merhum üstat Sezai Karakoç’un Maide Suresindeki bir ayetten (Mâide 5/114) ilham olarak “Samanyolunda Ziyafet” benzetmesi yaptığı gökyüzü sofralarının kurulduğu, gerçekten bereketli bir ayın adıdır.
Ramazanda iftar ve sahur sofraları şüphesiz Allah’ın bize verdiklerinin, yenilip içildikten sonra şükrünü eda ettiğimiz nimetlerdir. Örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Ancak biz konuyu bir başka açıdan ele almak istiyoruz.
Ramazan ayı için en çok duyduğumuz Hadis-i Şeriflerden birisi “Evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluştur” Bu hadis-i şerif’in ilk kısmını alıp işleyecek olursak, inanç, ahlak ve kültürümüzde “rahmet” kelimesinin geniş ve derin anlamı vardır.
Ramazanın başı, “rahmet” ile ilişkilendirildiğinde, gökyüzü sofralarımızı süsleyen, birinci gıdamız olması gerekmektedir. Bedenimizi doyuran maddi nimetlere mümasil, ruhumuzu da doyurup, işba edecek manevi gıdaları aramamız gerekir. Bu gıdaların başında sanırım yaşadığımız çağda rahmet, dolayısıyla “merhamet” kavramı gelmektedir. Cenâb-ı Allah zaten her türlü nimeti ile bize rahmet ve merhametini tecelli ettirmektedir.
Sevgi kuraklığından da öte acımasızlığın, kıyıcılığın kanıksandığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Coğrafyamız bu kıyıcılığın, kan ve göz yaşının sergilendiği bir sahne haline gelmiştir. Maalesef Müslümanların da din kardeşlerine “silah doğrulttuğu ve birbirinin kanını akıtırken kılının kıpırdamadığı” görüntüler, haberler gündemimizi işgal etmektedir. Rahmet ayı dediğimiz bun Ramazan’da ateşkes ilan etsek, birbirimize merhamet etsek, silah kuşanmak yerine, merhameti kuşansak; birbirimiz üzerine titresek daha isabetli olmaz mı? İşin birde bu tarafını düşünsek nasıl olur…
Dil ve kültürümüzde yağmurun bir başka adı da rahmettir. Çölleşmeye yüz tutan toprağa düşen her yağmur damlası, gerçekten nasıl rahmete dönüşüyorsa; kin, nefret, rekabet v.b. yakıcı ve yıkıcı hissiyatımız için merhamet damlacıkları da aynı şekilde rahmete dönüşecektir. Asıl o zaman semadan inen rahmet damlacıklarına eş, gökyüzü sofraları önce kalbimize kurulacak ve ruhlarımız, gönüllerimiz inşirah bulacaktır. Bu sofralar sabır, şefkat, merhamet ve af hasletlerini ruhani hayatımızda prensipleştirerek bizi birbirimize yaklaştıracaktır. Böylece oruç ve ramazan sıradan bir zaman dilimi olmanın ötesinde kıymetlenerek tarihe bir not düşecek, “Tarihin parçası” olarak yerini alacaktır.
Orucun, ramazanın geldiğinden daha zengin uğurlanabilmesi için bu manevi hasletleri kuşanarak, daha nazik davransak, trafikte karşımızdakine yol versek, daha az korna çalsak, karşılaştığımız insanlara tebessüm etsek, selam versek, çalıştığımız iş yerindeki mesai arkadaşlarımıza daha bir candan ve müsamahakâr davransak, eş, dost ve yakınlarımıza daha bir feragat ve fedakarlıkla yaklaşsak; hasılı merhametin birçok tezahürünü hayatımızda sergilesek, acaba neler değişirdi..
Hayatı daha güzel yaşama adına, merhameti hayat tarzı haline getirip ‘işi kolay kılsak’ daha rahat nefes alıp, daha huzurlu olmaz mıydık…
Zora düştüğümüzde, darda kaldığımızda, her işimizde merhametli olmayı tercih haline getirsek, acaba neler, nasıl güzelliklerle donanırdı…
Sadece iftar sofralarındaki ikramlarla değil, manevi anlamda da kardeşlerimize ikramkâr ve iltifatkâr olsak, orucun bize kattıklarına ilaveten, biz de orucun ölümsüzlüğüne bir şeyler katabilir miyiz…
Çok büyük sözler söylemek yerine böyle küçük ve mütevazı güzelliklerle başlasak, dolu gelen rahmet ayını, daha dolu uğurlasak… ‘Hoş geldin Ya Şehr-i Ramazan’ı, daha hoş bir şekilde ‘el-Vedâ Ya Şehr-i Ramazan’a çevirebilsek, gökyüzü sofraları, “öncekilerimiz ve sonradan geleceklerimiz için bayrama” dönüşse.. Ramazan sonunda gerçekten “Bayram etsek”…
MAKALEYE YORUM YAZIN

-
26.11.2024 YETERİNCE ÖĞRETMENMİYİZ
-
28.10.2024 DİL YÂRESİ
-
27.08.2024 PAYLAŞIMIN KIYMETİ
-
14.05.2024 İnfak Psikolojisi
-
13.02.2024 GAZZE’YE AĞIT
-
30.08.2023 KUR’ÂN’A BAKMAK VE GÖRMEK / KUR’ÂN’DA BAKMAK VE GÖRMEK
-
05.06.2023 Mağaradan Medeniyete, Evden Rezidansa
-
29.09.2022 İNSANİYET DA’VÂMIZ
-
12.03.2022 İYİLİK HÂLİ
-
18.12.2021 SEZAİ KARAKOÇ'UN VUSLAT YOLCULUĞU