Yeni Fetih, Yeni Fetih Gazetesi,

Türkiye'nin ve İslam Dünyası'nın Güvenilir Haber Sitesi

  • Dolar 33.9008
  • Euro 37.6352
  • GR ALTIN 2809.6
  • ÇEYREK 4627.6

  • 13 Şubat 2024, Salı 17:35
Prof.  Dr. Adil ŞEN

Prof. Dr. Adil ŞEN

GAZZE’YE AĞIT

                                                                                                                             Adil ŞEN

          Ebü’l-Bekā Sâlih b. Yezîd (Şerîf) b. Sâlih er-Rundî’nin Endülüs Mersiyesi, yazıldığı günden beri önemini korumuştur. Özellikle İslâm ülkelerinin sömürgeci Batılı devletler tarafından işgal sürecine devam edilmesi üzerine, Ebu’l-Bekâ’nın Endülüs Mersiyesi, Sezai Karakoç tarafından Endülüs’e Ağıt adlı Türkçe çevirisi, zamanında üzerimizde büyük bir tesir bırakmıştı. Bugünlerde Gazze’de olan biten olaylar bize Ebu’l-Bekâ ve mütercimi Sezai Karakoç’a nazire olarak ister istemez ‘Gazze’ye Ağıt’ sözünü söyletmektedir. Karakoç’a göre; ‘Haçlıların Endülüs’te işlediği cinayetleri, antlaşmalara muhalefeti, yakıp yıkma hırslarını bir tarih kitabında, en soğuk bir ışık altında okumak bile insanı küle çevirebilir.’ Gel gör ki;  terör devleti İsrail’in cinayetleri, işlediği cürümler, bugün nerdeyse Haçlıların Endülüs’te sergiledikleri vahşetlere rahmet okutacak seviyeyi çoktan aşmıştır. İnsaf ve vicdan kırıntısı taşıyan hiç bir insan bugün Gazze’de sergilenen insanlık dışı şenaat ve denaatlara asla kayıtsız kalamaz. Bu cürümlere; vahşet, katliâm, barbarlık, jenosit vs isimleri artık çok hafif kalmaktadır. Lügatlerden yeni bir isim bulmak gerekir ki, İsrail’in sergilediği zulümler için yeryüzünün bütün lügatlarının/sözlüklerinin yetersiz kalıp, iflas edeceği aşikârdır.

       Gazze ile ilgili bu günlerde birçok yazı kaleme alınmaktadır. Bugünkü Gazze bir sonuçtur. Sonucu irdelemek, konuşmak, çare aramak ve kafa yormak elbette gereklidir. Daha da önemlisi bu sonuca götüren sebepleri ele almak gereğidir. Bu vahim noktaya geliş sebeplerimizden en mühimini ele almak istiyorum. 18. Asırda buhar kuvvetinin ve buharlı makinanın Batı’da keşfedilerek, bu gücün kendi dışındaki coğrafyaların servetini Avrupa’ya taşımanın vesilesi yapmalarıyla birlikte, bitmez tükenmez bir iştahla Dünya’nın geri kalan kısmını sömürme faaliyetlerine başlamışlardır. Sömürgeciler, hedef tahtasına koydukları ülkelere harici saldırılar, yağmalamalar, katliâmlar yanında, hedefteki ülkelerin kültür ve medeniyetlerini de inceleyerek, buldukları zaaf noktalarından nüfuz etme yoluyla, içerden çökertme faaliyetlerini de ihmal etmemişlerdir. Bütün Oryantalist/müsteşriklik faaliyetleri Batı’nın keşif kolu olarak, Doğu’nun zenginliklerini ve zaaflarını bulup, kendi ülkeleri lehine sömürünün yolunu kolaylaştırma amacına yönelik olmuştur.

        19. yüzyıl boyunca Dünya’da Batılı sömürgeciler karşısında tutunabilen doğru dürüst bir memleket kalmamış gibidir. Osmanlı Devleti verdiği zayiata rağmen direnen yegâne ülkelerdin birisidir. Osmanlı Devleti’ni de zaafa uğratmak için Batılı şer güçler, devletin teb’ası olarak yüzyıllar boyu barış içinde yaşamış unsurları, ırkçılık/milliyetçilik fikirleri ile devlete karşı kışkırtarak dâhili karışıklıklar, isyanlar ve nihayetinde Osmanlı’dan kopmaya götüren hareketleri devamlı desteklemişlerdir. Önce gayri müslim unsurlar bağımsızlık sevdasıyla, milliyetçilik fikirleri ile tahrik edilmiş, Rumeli vilayetinde Eflak-Boğdan, Sırbistan, Yunanistan’ın Osmanlı’dan kopması için bir dizi ihtilaller, isyanlar Rusya ve Batılı devletler tarafından teşvik edilmiş, desteklenmiş ve himaye edilmişlerdir. Bu hareketlerin amacına ulaştığını gören Sömürgeci Batılılar, Osmanlı Devleti içindeki Müslüman unsurları da, Osmanlı’dan ayırıp-buyurmak için, Arnavutluk’ta milliyetçiliği, Hicaz’da Vahhabi hareketini, Mısır’da bağımsızlık fikirlerini, Suriye ve Filistin ve Arap nüfusun yoğun olduğu bölgelerde Arap milliyetçiliğini işlemişlerdir.  Bu sebeple Mehmed Akif:-

 

 Hani, milliyyetin İslâm idi... Kavmiyyet ne! 

Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyyetine.

«Arnavutluk» ne demek? Var mı şerîatte yeri?

Küfr olur, başka değil, kavmim sürmek ileri!

Arabın Türke; Lazın Çerkese, yâhud  Kürde;

Acemin Çinliye rüchanı mı varmış? Nerde!

Müslümanlık'tâ  «anasır» mı olurmuş? Ne gezer!

Fikr-i kavmiyyeti tel'în ediyor Peygamber.

En büyük düşmanıdır rûh-i Nebî tefrikanın;

Adı batsın onu İslâm'a sokan kaltabanın!

Şu senin âkıbetin bin bu kadar yıl evvel,

Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel?

*

Artık ey millet-i merhume, Sabâh oldu uyan!

Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan?

Ne Araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü!

Dinle Peygamber-i Zişan'ın İlâhî  sözünü.

...................................................................

...................................................................*

Veriniz başbaşa; zîrâ sonu hüsrân-ı mübin:

 

Ne hükûmet kalıyor ortada billahi, ne din! **

“Medeniyyet!” size çoktan beridir diş biliyor;

Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.

Arnavutlar size ibret olacakken, hâlâ,

Ne bu şürîde siyaset, ne bu fasid da'va?

Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz...

Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!

Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum..

Başka bir şey diyemem... İşte perîşân  yurdum!....

şeklinde feryat etse de, anlaşılan o ki, Mehmed Akif sesini kitlelere duyuramamıştır.

       Birinci Dünya harbi aslında Osmanlı’nın paylaşılma savaşıdır. Paylaşılmıştır da. Son yüz yıllık İslam tarihi bu parçalanmışlığın, perakendeliğin tarihidir. Hilafetin olmadığı, kendilerini koruyup kollayacak bir baştan mahrum, bir ortak savunma paktı olmayan, bir ortak sahici teşkilatı bulunmayan yetim ümmet ve halkı Müslüman memleketler… Batılı devletlere gün doğmuştur… Leş kargaları gibi hedefe koydukları İslam beldeleri üzerine çöküp, beşeri sermayeyi devşirmeleri yetmezmiş gibi, yer altı ve yer üstü bütün kaynaklar Batı’nın sömürgeci ülkelerine akmıştır ve halen akmaktadır. İngiltere ve Amerika amiral gemisinde olmakla birlikte, sömürme söz konusu olduğunda Batılı hiçbir devlet bu faaliyetten geri durmamıştır, durmamaktadır. Türkistan coğrafyası da Rusya ve Çin’in çeşitli zulüm ve sömürme faaliyetlerine maruz kalmışlardır ve halen bu zulüm ve sömürü açık ve örtülü olarak devam etmektedir.  Mevzu Müslümanlar olunca küfrün tek millet olduğu, gerçeği her seferinde ayan beyan ortaya çıkmıştır ve çıkmaktadır.

       Gazze’de olup biten fecaatla bir daha gündeme gelen, Julia Boutros isimli Lübnanlı Hristiyan Arap şarkıcı;

‘Nerede, nerede, nerede... milyonlar nerede?

Arap halkı nerede?

Arap öfkesi nerede?

Arap kanı nerede?

Arap şerefi nerede?

Milyonlar nerede, milyonlar nerede?

 şeklinde adeta bir ağıtı seslendirirken, şarkının temposuyla Arap gençleri oynamakta, alkış tutmakta, gafletin dik alasını, tersine devşirilmişliği hazin bir şekilde ispatlamaktalar… Şarkının sözleri etkileyici ama gençler bu ağıtı, oyun havası olarak algılıyorlar. Gazze bombalar altında iken Suudi Arabistan’da günlerce süren eğlence festivalleri düzenleniyor… Sözde Arap devletleri liderlerinin de nasıl Batı’ya evirilip, devşirildiğini bütün dünya gördü, biz de gördük… Taştan ses geldi fakat bu satılmış kuklalardan bir ses gelmediğini, ibretle, hayretle müşahede ettik…

        Arap kanından medet uman şarkıcının unuttuğu bir şey var. İslâmî ruh ve şuurun beslemediği kan ve öfkenin, köpüklü hamasetten öteye geçemeyeceği gerçeği ile yüzleşmek… Biz haddizatında İslam ümmeti olarak, kan ve ırk üzerinden vurulup, parçalanmıştık… Aradığımız şeref ve izzetin İslam’da olduğu, unutturulmuştu bize… Bizde de Türkçülük yapanlar ‘Muhtaç olduğun kudret, asil kanda mevcuttur, Bir Türk dünyaya bedeldir, Ne mutlu Türküm diyene’ sözleri ile bir asır boyunca hamaset yaptılar… Ümmetin çocukları, yeni nesiller kan üzerinden, ırkçılık üzerinden köpüklü hamasetle avutuldu, uyutuldu. Aynı şeyleri Kürtçülük üzerine uyarlayıp, Kürt kardeşlerimize de fısıldıyor Batılı İblisler. Sonunda gördüğümüz şu ki ne Türkçülüğün ideoloğu Moiz Kohen, ne Arapçılığın fikir babası Mişel Eflak, ne de Diyarbakır’a abone olan Danielle Mitterrand; hepsi ümmete yabancı şahsiyetlerdir. Bunların hiç birisi ne Türkleri, ne Arapları, ne de Kürtleri karakaşı kara gözü için sevmesi mümkün değildir. Asıl hedef yeniden ele geçirilmek istenen coğrafyamız, yer altı ve yer üstü kaynaklarımızdır. Batılı için bir damla petrol, oluk oluk akan Müslüman kanından daha önceliklidir. Kan edebiyatı, ırkçılık, milliyetçilik bu işin manivelasıdır. Ayır-buyur siyasetinin gereğidir. ‘Böl, parçala, yut’  politikalarının yaldızlı zehridir. İslam ümmeti için; kanla, leşle, et ve kemikle, kafatasçılıkla varılacak bir menzil yoktur. Irkçılık edebiyatı, ümmet-i Muhammed için, tam da bir afyondur, ayartıcı bir uyuşturucudur. İbret almazsak, bugün Gazze’ye ağladığımız gibi; daha birçok memleketin ardından ağıt yakarız. Kıymetler manzumesini topyekûn ifade eden İSLÂMİYET maddî ve manevî güç kaynağımızdır. Allah katında hoşnut olunan din ve hayat tarzı da keza İSLÂM’dır. Hak yol İSLÂM’dır. Selâm ve duâ ile…

 

 

* İlk baskılarda bulunduğu halde son baskıda noktayla seçilen iki mısra şöyledir :

“Türk Arabsız yaşamaz, kim ki «yaşar» der, delidir! / Arabın, Türk ise hem sağ gözü hem sağ elidir.”

**İlk baskılarda :

“Ne Hilafet kalıyor ortada billahi, ne din!”


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


yukarı çık